İlâhî dinlerde Peygamberler, doğal din din bilginleri rolleriyle Allah’tan aldıkları mesajları elçi olarak gönderildikleri kavimlerine apaçık tebliğ etmişler, onları uyarmışlar, müjdelemişler, üsve-i hasene (en güzel örnek) olarak model olmuşlardır. Onlar vahyin içeriğinde hiçbir değişiklik yapmamışlar, helâli haram, haramı helâle çevirmemişler; Allah’a rağmen hüküm ihdas etmemişler; bu kutsal görevi dünyevî servet ve iktidar aracı olarak kullanmamışlar; söz, fiil ve tavırlarıyla güzel ahlâkı ikmal etmişlerdir. Ne var ki Peygamberlerin varisleri konumundaki din adamları veya din bilginleri dinde otoriterleşmişler ve kutsal kitapları bağlamında yaptıkları yorumlar, izahlar ve değerlendirmeler Tanrının kelâmı gibi mutlak hakikat ve kutsal olarak telakki edilir hale gelmiş ve tabiî vazifelerinde sapma meydana gelmiştir. Bu durum Kur’ân’da “(Yahûdiler) hahamlarını ve (Hıristiyanlar) rahiplerini Allah’tan ayrı Rab edindiler” âyetinde ifade edildiği gibi onları Rab edinme olarak kabul edilmiş ve itikâdî açıdan eleştiri konusu yapılmıştır. Aynı konuma düşmemek için âlimler müçtehidin keyfî ve indî içtihatlarının önüne geçmek, din adına yapacakları yorum, içtihat ya istinbatlarında (hüküm çıkarmada) otoriterleşmelerini önlemek, yaptıkları içtihat, yorum ve tevillerinin yanılmaz ve mutlak doğrular olduğu noktasına çıkarılmaması, daha doğrusu vahiy gibi algılanmaması amacıyla Arap dilini, Kur’ân’ı ve Sünnet’i bilmek vb. bir takım şartlar ve kriterler ileri sürmüşlerdir. Din bilginlerinin yorumda otoriterleşmelerini önleyecek ve ilahî ikaz sınırları dışında tutacak olan bir diğer husus ise te’vilin sıhhat şartlarına riayet etmektir. Bu amaçla âlimler te’vilin sahih addedilebilmesi için, tevile esas olan mananın lafzın muhtemel bulunduğu ve mecaz yoluyla da olsa kendisine delâlet ettiği manalardan olması; lafzın tevile elverişli olması; tevili yapılan lafza yüklenen anlamın lisânî örfteki kullanıma uygun olması; tevilin sarih bir nassa ters düşmemesi; tevilin, lafzın ilk anda akla gelen zahirî anlamından başka manaya hamledilmesine imkân tanıyan nass veya kıyas gibi bir şer’î delile dayanması gibi şartlar vaz etmişlerdir ki bu şartlar te’vilin sahih olup olmadığını birtakım kriterlerle test etmeyi hedeflemektedir. Yorumda otoriterleşmenin önüne geçecek bir diğer unsur olarak icmâyı zikredebiliriz. Zira icmâ müessesesi bir yandan keyfî yorumun önüne geçerken diğer yandan yorum farklılığına imkân tanımakta, hatta onaylamakta, ama geçerli ve meşrû yorumun tespit edilmesini kollektif İslâmî akla havale etmektedir.
The prophets of