Osmanlı Devleti'nin genişlemesi, kültür, mimari ve sanat alanlarında zirveye ulaştığı bir dönemi beraberinde getirdi. Özellikle 16. yüzyılda demir teknolojisinde yaşanan ilerlemeler, mimari gelişimde önemli bir rol oynadı. Demirin mimaride strüktürel amaçlarla kullanımı, eserlerin anıtsal boyutlara ulaşmasını sağladı.
Strüktürel demir elemanlar, bir yapının kendi iç gerilmelerini ve deprem etkisiyle oluşan çekme gerilmelerini karşılamak amacıyla kullanılmaktadır. Yapılan deneysel araştırmalara göre, demir ile örülen kagir örgünün, çekme kuvvetlerini karşılamak konusunda demirsiz örülen kagir örgüye göre daha etkili olduğu belirlenmiştir (Demir, 2012). Calderini ve Sergio'nun (2015) çalışmasına göre, strüktürel demir elemanlarının deprem yüklerine karşı sağladığı avantajlar vurgulanmıştır.
Ancak demir elemanlarda kendi iç yapısından kaynaklanan veya dış etkenlerden meydana gelen hasarlar söz konusu olabilmektedir. Bu durum, yapıların statik yapısında zayıflıklara neden olmaktadır. Bu nedenle, deprem yüklerine karşı yapıya avantaj sağlayan demir elemanların dayanıklılığı ve konumlarının tespiti, yapı üzerinde yapılacak müdahalelerin belirlenmesinde kritik bir öneme sahiptir.
Strüktürel demir elemanların durumunu belirlemede, kültürel mirasa zarar vermeden, süreksizliklerin tespitini sağlayan hasarsız muayene yöntemleri önemli bir rol oynamaktadır. Yapı radarı, manyetik indüksiyon, ultrasonik tomografi, termografi, videoskop gibi teknikler tarihi yapıların değerlendirilmesinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Ancak doğru ve güvenilir sonuçlar elde etmek için genellikle birden fazla yöntemin bir arada kullanılması gerekmektedir.
Çalışma kapsamında tarihi eserlerde bulunan strüktürel demir elemanların hasarsız muayene yöntemleriyle tespit edilebilirliği incelenmiştir. Bu bağlamda, Sultan Ahmet Camii'nin fil ayağı restorasyon sürecinde radar, manyetik indüksiyon ve videoskop cihazlarıyla yapılan ölçümler laboratuvar deneyleri ile desteklenerek analiz edilmiştir
The expansion of the Ottoman Empire brought about a period in which it reached its peak in culture, architecture, and the arts. Particularly in the 16th century, advancements in iron technology played a crucial role in architectural development. The use of iron for structural purposes in architecture allowed structures to reach monumental dimensions.
Structural iron elements are employed to withstand the internal stresses of a building and the tensile stresses resulting from seismic effects. According to experimental research, masonry constructed with iron was found to be more effective in resisting tensile forces compared to masonry without iron (Demir, 2012). Calderini and Sergio (2015)'s study emphasized the advantages of structural iron elements in resisting seismic loads.
However, damages arising from the internal structure of iron elements or external factors may occur. This situation can lead to weaknesses in the static structure of buildings. Therefore, the durability of iron elements providing advantages against seismic loads and the determination of their positions are critically important in determining interventions in the structure.
In assessing the condition of structural iron elements, non-destructive testing methods that allow the detection of discontinuities without causing harm to cultural heritage play a significant role. Techniques such as ground-penetrating radar, magnetic induction, ultrasonic tomography, thermography, videoscopes are commonly used in the evaluation of historic structures. However, to obtain accurate and reliable results, it is often necessary to use multiple methods simultaneously.
Within the scope of the study, the detectability of structural iron elements in historical artifacts using non-destructive testing methods was investigated. In this context, measurements conducted with radar, magnetic induction, and videoscope devices during the restoration process of the pier of Sultan Ahmet Mosque were analyzed, supported by laboratory experiments.