Katılım ve kolektif karar almayı mümkün kılan kamusal eylem ve müzakere alanı olarak kavramsallaştırılan; çok sesli diyaloglar ve konuşmalarla şekillendiği kabul edilen kamusal alan, 20. yüzyıl boyunca sadece siyasal kuram tarafından değil, tarih, sosyoloji, iletişim gibi disiplinlerde devam eden tartışmaların merkezinde yer alan bir kavram olmuştur. Sosyal bilim yazınında aşina olunan bu kavramı, siyasal kuram ve demokrasi tartışmalarında öne çıkaran çalışmalar Jurgen Habermas ve Hannah Arendt’e aittir. Her ikisi de tarihsel bir kamusal alandan yola çıkarak norm oluşturmak kaygısını taşımışlardır. Habermas burjuva kamusal alanının özelliklerinden hareket ederek kamusal alanın kurumsal yapılanmasını akılcı temellerden yükselen iletişime dayandırmaktadır. Diğer bir ifadeyle Habermas’ın kavramsallaştırmasının eleştirel rasyonaliteye yaptığı vurgu nedeniyle Osmanlı kahvehanelerini değerlendirmemizde yetersiz kalmaktadır. Oysa Arendt’in kamusal alanı konuşma ve eylem yoluyla insanların birbirleriyle ilişki kurduğu, özgürlüğün mümkün olduğu bir alan olarak kavramsallaştırması Batı dışında ortaya çıkmış kamusal alanları değerlendirebilmemize olanak tanımaktadır. Ancak alan yazın incelendiğinde Osmanlı kahvehanelerinin kamusal alan değerlendirmelerinin Habermas’ın kavramsallaştırması üzerinden yürütüldüğü görülmektedir.
Bu çalışmanın amacı, Osmanlı kahvehanelerinin kamusal alan potansiyellerini Habermas ve Arendt ekseninde ele alarak yeniden değerlendirmektir. Bu doğrultuda, önce normatif bir kategori olarak kamusal alan kavramsallaştırmalarının sınırları Habermas ve Arendt’in çalışmaları üzerinden tespit edilecek ve bu sınırlar çerçevesinde Osmanlı kahvehanelerinin kamusal alan olma potansiyelleri tartışılacaktır.
Conceptualized as a place for public action and deliberation that enables participation and collective decision-making, the public sphere, which is considered to be shaped by polyphonic dialogues and conversations, has been at the center of ongoing debates not only in political theory but also in disciplines such as history, sociology and communication throughout the 20th century. Hannah Arendt and Jurgen Habermas are familiar with this concept in social science literature, but it is Hannah Arendt and Jurgen Habermas who have brought it to the forefront in political theory and democracy debates. Both of them were concerned with criticizing modern politics based on a historical public sphere and establishing a norm for a more participatory and libertarian political model. Because the idea of the public sphere is positioned as one of the founding elements of a pluralist, participatory and libertarian model of democracy.
These two milestone works on the public sphere are Western-centered in their conceptualization and ignore the developments in the public sphere outside the West. In the works of Jürgen Habermas and Hannah Arentd, we see that a theoretical framework is constructed around the concept of public sphere, starting from Ancient Greece to bourgeois society. Within this theoretical framework, although they differ from the characteristics of the Western public sphere, the Ottoman coffeehouses are also worth analyzing in the context of the formation of public opinion and the opportunity for public speech.