7. ve 8. asırdan itibaren başlayan dini yayılmalar ve 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren hızlı bir şekilde gelişen bilimsel ve teknolojik ilerlemelerin ardından coğrafi sınırların ortadan kalkması, dinlerin karşılıklı dirsek temaslarının ve ilişkilerinin artmasına neden olmuştur. Bu karşılıklı etkileşim özellikle Hıristiyanlık açısından ciddi problemlere sebep olmuştur. Zira İncillerde diğer din müntesiplerinin ortaya koyduğu/koyacağı teolojik yaklaşım ve itirazlara cevap verebilecek nitelikte referanslar bulunmamaktadır. Bu durum, diğer dinlerle ilişkilerinin keyfiyetini belirlemek üzere yeni teolojiler arayışına giren Hıristiyan teologlarının farklı paradigmalar oluşturmalarına neden olmuştur. Kısaca bütün dinleri, özellikle de yaşayan büyük dinleri, Tanrı’ya eşit seviyede ulaştıran yollar olarak kabul eden görüşün adı olan ve hakikat değeri açısından dinler arasında ayrım yapmayan Dini çoğulculuk; 19. yüzyılın sonundan itibaren hızlı bir şekilde ilerlemiş ve son yıllarda birçok destekçi bulmuştur. Bilindiği gibi dünyada pek çok din vardır, ancak dinlerin bu çokluğu felsefi açıdan bir problem oluşturmaz. Felsefi açıdan problem, bu dinlerin birbirleri ile olan ilişkileri sonucunda ortaya çıkan sorunlar ve bu sorunların nasıl aşılacağı üzerine şekillenir. Bu çalışmanın amacı da çok masum ve ılımlı görünen bu paradigmanın, semavi dinler ve özellikle de İslam dini açısından bir tehdit oluşturacağını ortaya koymaktır. Zira biz, dini çoğulculuk fikrinin, Hristiyan düşünürler tarafından ortaya konulan ve iyi niyetli olmayan bir düşünce olduğu kanaatindeyiz.
Disappear of Geographical boundaries after religious spreads starting from the 7th and 8th centuries and scientific and technological advances that developed rapidly from the second half of the 18th century caused to increase the elbow contacts and relations of the religions with each other. This mutual communication caused serious problems, especially in terms of Christianity. Because there are no references in the Gospels to respond to theological approaches and objections put forward by other religious members. This situation has led Christian theologians, who searched for new theologies to determine the state of their relationship with other religions, to develop different theological paradigms. In short, Religious pluralism, which is the name of the view that accepts all religions, especially the major religions, as ways that reach God equally, and that does not distinguish between religions in terms of truth-value; has progressed rapidly from the end of the 19th century and has found many supporters in recent years. As is known, there are many different religions in the world. However, this excess in the number of religions does not lead to a philosophical problem. The philosophical problems take form on the problems that arise as a result of the relationship between these religions and how these problems can be overcome. The aim of this study is to reveal that this paradigm, which seems very innocent and moderate, will pose a threat to the religions and especially the religion of Islam. Because we believe that religious pluralism is a thought which is produced by Christian thinkers and is not well-intentioned.