Ölüm, tarihin başlangıcından beri tüm insanlık için en önemli ve kaçınılmaz konulardan biridir. Bu engel olunamaz gerçekliği insanlar, önceki yüzyıllarda dini bir görüşle incelerken, zaman ilerleyip medeniyetler geliştikçe, bu olguyu mantıksal bir çerçevede açıklama eğilimi göstermektedirler. Ölüm ve ölüm sonrası hayat, hem felsefe dünyası hem de edebiyat dünyası için oldukça popüler terimlerdir; Fransız düşünür Jacques Derrida ve İngiliz yazar Julian Barnes bu terimleri kendilerine has bakış açılarıyla değerlendirenler arasındadır. Sözü geçen bu iki önemli düşünür, ateist olarak tanınmaktadırlar ve ikisi de fikirlerini, din hakkında mantıksız buldukları varsayımlara odaklanarak açıklamaktadırlar. Düşünürlerin bu çalışmada incelenecek olan eserlerinde, ölüm kaynaklı ne bir duygu, ne bir keder ne de ölüm sonrası biri için tutulan yasa rastlanabilir. Derrida din ve ölümü anlamlandırabilmek için mantıklı sorular sormaya çalışırken, Barnes ise kendisinin ve beğendiği sanatçıların konu ile ilgili düşüncelerini bazen komik bazen ise ciddi bir şekilde ifade etmektedir. Derrida, konuyu sorumluluk kapsamında açıklamaya çalışırken, Barnes ise kendi hayatıyla birlikte ailesinin geçmişini ve sevdiği sanatçıların ve yazarların fikirlerini içeren ateist bir tutumla, din ve ölüm hakkında yorumlarda bulunur. Bu çalışmanın amacı; Derrida’nın Ölümün Armağanı adlı eserindeki ölüm, din, hiçlik ve özgür irade hakkındaki görüşlerinin ışığında Barnes’ın otobiyografik deneme tarzında yazılan Korkulacak Bir Şey Yok adlı eserini incelemektir.
The term death is one of the most crucial terms for the entire world from the beginning of the history; while in the previous centuries it had been discussed through a religious perspective, as time progresses and civilisations develop; people have a tendency to explain it through a rationalistic perspective. Death and afterlife are popular terms for both in the world of philosophy and literature; and the French philosopher Jacques Derrida and the British writer Julian Barnes are among these to evaluate it with their own points of view. Both figures are recognised as atheists and they put forward their ideas by focusing on the illogical presumptions on religion. In these two works, there is neither a sense of emotion, grief nor mourning after the death of a person is met. As Derrida asks logical questions to understand death and religion, Barnes expresses his and his favourite artists’ ideas sometimes in an amusing and sometimes in a serious way. While Derrida tries to explain the subject within the scope of responsibility, Barnes comments about religion and death with an atheistic point of view and with reference to the details of his life with his family background and thoughts of his favourite artists and writers. The purpose of this study is to analyse Barnes’s autobiographical essayistic work Nothing to Be Frightened of in the light of Derrida’s assumptions about death, religion, nothingness and free will in The Gift of Death.