Doris Lessing'in çığır açan romanı The Cleft (2007), ekofeminizm bağlamında çevresel meseleleri ele alırken, insan etkisiyle dünyanın jeolojik dönüşümünü ifade eden ve diğer bir adı insan çağı olan Antroposen’e sebebiyet vermiş ilk insan uygarlığının başlangıcını ele almaktadır. Romanda, kadınların çevre dostu yaşam felsefesiyle ilk insanlar olduğu ve erkeklerin daha sonra dünyaya gelerek kadın düzenine davetsiz olarak katıldığı yeni bir toplum türü ile kadın ve erkeklerin farklı yaradılışı tasvir edilmiştir. Kadınlar, erkeklerin aniden ortaya çıkmasına şiddetle karşı çıkarken, erkekler de benzer şekilde şiddete başvurup, öfkeyle onlara karşı çeşitli suçlar işlemişlerdir, ki böylece ilk insan-merkezci toplumun temelleri atılmış olur. Yine de, kadın ve erkekler, sonunda farklılıklarına rağmen uzlaşmaya varıp, kalıcı insan izlerini doğa üzerinde bırakan birlik ve bütünlük içerisindeki ilk insan toplumunu oluştururlar. Hatalarının farkına varan ve onlardan ders alan bu yeni toplum, aslında birbirine bağlı olan insanlık ve doğanın iyiliği için çevre dostu bir hayat sürmeye gayret ederler. Bu çalışma, insan dışındaki doğanın canlılığını ve insan türünün dünyada devam eden oluşum sürecindeki kritik rolünü vurgulayan bir yirmi birinci yüzyıl anlatısı olarak The Cleft romanını incelemeyi amaçlamaktadır. Bu anlamda roman, okuyucunun mevcut yeni dünya gerçekliğinin özü olan Antroposen’i ve antropojen çevresel dönüşümlerinin çıkmazında kendi karmaşık rolünü anlaması açısından değerli bir örnek teşkil etmektedir
A ground-breaking novel by Doris Lessing, The Cleft (2007) dwells on environmental matters under the context of ecofeminism and depicts the beginnings of the first human civilisation paving the way for the Anthropocene, or in other words, the human age, reflecting the geological transformation of the Earth by human impact. In the novel, a separate creation of men and women is pictured with a new type of society where women are the first humans pursuing an eco-friendly philosophy of life while men come to being later as intruders to the women’s rule. The women object to the abrupt appearance of men violently while men similarly resort to violence and commit several crimes against women in retaliation, which lays the foundations of the first anthropocentric society. However, reconciling despite their differences, the women and the men eventually form the first unified human society leaving their permanent anthropocentric print on nature. Realising their mistakes and learning from them, this budding society endeavours to pursue an environmental-friendly way of life both for humanity and the nonhuman environment, which are indeed interdependent. This study aims to analyse The Cleft as a narrative of the twenty-first century accentuating the vitality of the nonhuman environment and the critical role of human beings in the ongoing process of becoming. In this sense, the novel sets a valuable example for the readers in catching the gist of the new world reality at present, the Anthropocene, and finding their intricate role in the impasse of anthropogenic environmental transformations.