Dini bir arka plana sahip olan misyonerlik her çağda yapım faaliyetleri ve mimarlıkla ilişki halindedir. Sızılmak istenen bölgeye gönderilen misyonerlerin konuşlanacağı istasyonları kilise ve kilise çevresindeki yardımcı yapıların biçimlendirdiği fiziksel çevre oluşturur. Uzun bir dönem boyunca misyonerlik faaliyetlerinin istasyonu olan kilisenin oynaığı rol 19. yüzyılda değişir. Reformist-Kalvinist gelenekten gelen Protestanlığın ortaya çıkışının ardından aydınlanma hareketleri ve Sanayi Devrimi sonrasında tüm dünyayı etkileyen akılcılık akımlarının sonucunda dünyevi olarak değerlendirilen eğitim sekülerleşir. Orijini Avrupa’daki emsallerine dayanan Protestan Kolej modeli, Amerika kıtasına nakledildilkten sonra son özgün haline gelir. Bu laik, yenilikçi ve bilimsel eğitim yöntemleri uygulayan kurumlarda eğitimini tamamlamış gözüpek ve maceracı Protestan misyonerler bundan böyle bu modelin emperyallerin hedef gösterdiği yer kürenin en ücra köşelerine taşınmasında aracı olaraklardır. Tüm dünyanın değişime uğradığı bu dönemde misyonerlerin mimarlık ortamı büyük çeşitlilik içermeye başlar; küçülen kilise yapılarının yanında artık basımevi, okul, dispenser, sağlık ocağı, hastane gibi yapılar misyoner istasyonlarının mimari ürünleri arasında yer bulur. Yerleşim yerlerinin periferisinde konumlanan ve geniş yeşil alanlar içerisinde izole ve potansiyelli ortamlar oluşturma gibi fiziksel planlama kararlarına sahip olan Protestan kolej yerleşkeleri çağdaş dünyada misyon bölgelerinin yeni istasyonları olmanın en elverişli adayıdır. Çok etnisiteli, çok kültürlü ve dini azınlık gruplarının fazla olduğu bir sosyal biçimlenme gösteren Osmanlı İmparatorluğu’nda mevcut azınlıkların dini örgütleri, önceden beri devletin sağladığı özgürlükler çerçevesinde cemaatlerin kendi kiliseleri etrafında şekillenir. Dünyada cereyan eden akılcılık hareketlerinin sonucunda imparatoluk topraklarındaki dini gruplar da bilimsel eğitime daha fazla ağırlık vererek kendi okullarını kurmaya başlarlar. Gayrimüslim grupların eskiden beri sosyo-ekonomik ve sosyo-politik ilişkilerinin yoğun olarak başkent çevresinde gelişmiş olmasından dolayı bu okullar büyük oranda başkent İstanbul içerisinde ortaya çıkar. Müslüman halkın eğitimi ise İslam odaklı eğitimin kanalize olduğu medreselerle ve yerel ölçekteki okullarla sağlanmaya çalışılır. Aydınlanma döneminde Batı etkisiyle devlet yeni okullar açmak için büyük bir çaba gösterir ve bu okullar genellikle askeri formasyona sahip, tek kütle altında toplanan masif yapılardır. 19. yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu Smyrnia rıhtımna inen Protestan misyonerlerle beraber Protestanlıkla ilk defa tanışır ve Protestan Kolej ve yerleşke modeli imparatorluk topraklarında yaşam bulur. Bu dönemden önce imparatorluk topraklarında Protestanlık olmadığı için yerleşkeler içerisindeki college geleneği hiç denenmemiş bir modeldir. Devletin güncel olanı yakalamakta başarılı olamadığı ve cemaatlerin kiliselerin bünyesinde geleneksel eğitim verdiği modellerin yanında bilimsel ve çağdaş eğitim veren bu kolej kurumları yerel halktan da zamanla yoğun talep görür ve bunun sonucunda Anadolu’nun tarihi önemi bulunan kadim kentlerinde oldukça geniş boyutlara sahip yerleşkeler ve yapı kompleksleri ortaya çıkar. Kentlerin genellikle dış hatlarınada ve çeperlerinde konumlanan bu yerleşkeler sahip oldukları büyük kampüs alanlarıyla kent planında, yerleşkelerin içerisindeki çeşitli yapılar bütünüyle de Anadolu kentlerinin silüetlerinde hakim bir görüntü çizerler ve daha batılı bir yapma anlayışını gösteren ikonik yapılarıyla da kent ve kentli hafızasında güçlü bir imaj edinirler.
Missionary activities, which have a religious background, are associated with the architectural environment in every period of history. A station is a region aimed to where the missionaries are erranded to penetrate and involves the structures formed by the church and the surrounding small buildings. The role of the church, which had been the focus of missionary activities for a long time, began to change in the 19th century. As a result of the rationalism movements that affected the whole world, education becomes secular. The emergence of the Protestant ideology based on the Reformist-Calvinist tradition is followed by the Enlightenment movements and the Industrial Revolution. The Protestant College model, which forms its core in Europe, is transported to the continent of America and finds its sui generis final form. Adventurous and secular missionaries educated in these innovative, secular and scientific Protestant institutions will now work hard to transfer this very new model to the farthest corners of the globe targeted by imperial states. In this period, the architectural buildings of the missionaries cover a wide range; in addition to the church structures, buildings such as press houses, schools, dispensers and hospitals are among the architectural products built by the missionaries. Protestant college campuses are the new stations of the mission regions in the contemporary world. The religious organizations of minority groups in the Ottoman Empire, which has a multi-national, multi-cultural and multi-religious social formation, are clustered around the church of each community, within the framework of the religious freedoms provided by the state for a long time. As a result of becoming education secular now, religious minorities in the imperial lands start to establish their own schools giving more importance to scientific education and these schools emerges mostly around the capital city, Istanbul. The education of Muslim people is tried to be provided in madrasahs and schools of the state, which can be said to be inadequate in terms of catching up with the era. In the Enlightenment period, the Ottoman Empire puts a great effort to open new schools under the influence of the Western Empires, and these schools are generally with military formations and are massive structures and the organization of these schools are planned under a single building. At the very beginning of the 19th century, the Ottoman Empire meets Protestantism for the first time with the Protestant missionaries landing to Izmir, and the Protestant College campus model is implemented in the imperial lands. In addition to the traditional education models of the state and religious communities, these institutions providing scientific and contemporary methods are in high demand from the local people. Eventuall, quite large campuses and building complexes emerge in important city centers of Anatolia. These settlements generally located on the peripheries of the cities, drawing a dominant image in the city plan with their large areas and on the silhouettes of Anatolian cities with the various structures they contain in their campuses with their iconic structures, acquire a strong impression in the memory of the civic.