Coğrafyanın ilgi alanında olan konuların önemli bir kısmının bahsi Kur’an da geçmektedir. Coğrafya terimi Kur’an da açık bir şekilde yer almamakla birlikte coğrafyanın inceleme alanında yer alan konuların birçoğu çeşitli şekillerde zikredilmektedir. Nitekim Kur’an da göklerin ve yerin yaratılışı, yeryüzünün insanların yaşamasına elverişli hale getirilmiş olması, doğal afetler, dağlar, yağmurlar, rüzgârlar, insanlar ve yerleşmeler ile ilgili çok sayıda ayet bizzat coğrafyanın ilgi alanı olan konulardan söz etmektedir. Dağlarla sınırlı tutulan bu çalışmada, Kur’an ve Coğrafya ’da dağların yeri önemi ve ele alınış biçimleri analiz edilmeye çalışılacaktır.
Jeosenklinallerdeki tortulların kıvrılarak yükselmeleri veya volkanizma sonucu oluşan, yer kabuğunun çıkıntılı, yüksek, eğimli yamaçlarıyla çevresine hâkim ve oldukça geniş bir alana yayılan dağlar, tüm inanç sistemlerinde önemli bir yere sahiptir. Zira dağ kültü inancına neredeyse bütün topluluk ve uygarlıklarda yaygın ve etkin olarak rastlanmaktadır. Mekânın kutsallığına paralel olarak dinî hayatın merkezinde bulunan dağlar, tarihi dönemlerin her evresinde kutsallar arasında ki yerini de korumuştur.
Kur’an da ortaya konulan emirler çerçevesinde var olan ilmi gerçekler, kâinatın sırrını çözmede ve Allah'ın sonsuz ilmini bir nebze de olsa anlamamıza yardımcı olmaktadır. Bu bağlamda ayetlerin manaları ve bu ayetlerin tefsirlerinde izah edilen yerkürenin yaratılışı ve vazifeleri ile coğrafya ilminin ortaya koyduğu yerkürenin oluşumu ve işlevleri birbiriyle örtüşmektedir. Örneğin yerkabuğunun birbirinden farklı büyük parçalarının kütleleri ve yoğunlukları arasındaki denge durumu olarak tanımlanan izostasi, hafif maddelerden oluşmuş dağlık bölgelerin daha yoğun bir temel üzerinde yüzmekte olduğunu ve dağların yükseklikleri ile orantılı derin kökleri bulunduğu gerçeğini izah etmektedir. Bu izaha göre kuzey denizlerinde yüzen buzdağları misali yüksek dağların da büyük ve derin kökleri yeraltında, küçük ve sivri tepeleri ise yerüstünde bulunur. Dolayısıyla yerkabuğuna derinlemesine gömülü bulunan dağ köklerinin olduğu bilimsel gerçekliği, Kur’ân-ı Kerîm’de yaklaşık 1400 yıl önce ifade edilen, dağların yeryüzünün kazıkları olarak sapasağlam çakılıp dikildikleri gerçeği ile birebir örtüşmektedir.
“Hristiyan dünyasında mekanik felsefenin bilime egemen olmaya başladığı 17. yüzyıldan itibaren mekanik dünya görüşünün doğacı yönelimleri karşısında dinsel söylemin bütünlüğünü kaybetmemek için bir kısım bilim insanları büyük çaba sarf etmiştir. Aydınlanma dönemi boyunca birçok yazar tarafından geliştirilen ve doğal teoloji olarak adlandırılan sitile göre, dünya ilahi olarak tasarlanmış, Allah’ın lütfuyla kontrol edilen ve yaratıcının ilahi vahiylerinin bir fonksiyonu olarak işleyen bir yer olmakla birlikte, Allah’ın varlığı ve bilgisinin dünyanın düzenine ve işleyişine bakarak doğa bilimsel verilerle belirlenebileceği görüşü de gelişmiştir. Nitekim bazı bilim insanlarının çalışmalarında da, dünya coğrafyası fiziksel ve organik şekilleriyle birlikte kendisinin ötesinde Allah’ın varlığına işaret eder biçiminde ki yazılara yer verilmektedir”.
Böyle olmakla birlikte günümüz dünya coğrafyası ile ilgili yazılan eserlerin büyük bir çoğunluğu ile coğrafyadan bahseden ayetlerin bakış açıları arasında bir kısım farklılıklar göze çarpmaktadır. Öyle ki “Kur’ân mahlûkata ve bütün kâinata Allah hesabına ve Allah’ın sanatı ve eseri nazarı ile (mana-yı harfi) bakar ve baktırırken”, Coğrafya sanki dinde ortaya çıkan reform hareketleri sonucu bilimde dini otoritenin reddi ve bilimin skolâstik sansürden özgürleştirilmesini savunan çok az sayıdaki coğrafyacının da arzuladığı gibi mahlûkat ve kâinata kendi namına (mana-yı ismi) bakıp ve baktırmakta, dolayısıyla yaratıcı ile olan bağı kurmakta çekingen davranmaktadır. “Hâlbuki sanatlı bir eser, sanatkârı gerektirir. Meselâ Selimiye Camiinde ortaya konulan mimarî dehayı nazarlara verirken, bu deha sahibi Mimar Sinan’dan ve ilminden hiç söz etmemek, o büyük mimarı nazarlardan saklamaya matuf taraflı bir bakış olur”. Aynen öylede her biri birer sanat eseri olan coğrafi olayların ve olguların, oluşumlarını ve gelişimlerini ilmi gerçeklerle ortaya koyarken, bu mucizevi sanat eserlerinin sanatkârını ve yaratıcısını (Allah’ı) da nazarlara vermek bilimsel açıdan da daha gerçekçi bir yaklaşım tarzı olacaktır.
A significant share of the issues of interest in geography are mentioned in the Qur'an. Although the term geography is not explicitly included in the Qur'an, many of the topics in the field of study of geography are mentioned in various ways. As a matter of fact, many verses in the Qur'an about the creation of the Heavens and the Earth, the fact that the Earth has been made suitable for human life, natural disasters, mountains, rains, winds, people and settlements talk about the subjects of geography itself. In this study the analytical scope is focused on the subject of mountains: the place, importance and handling of mountains in the Qur'an and geography.
The mountains formed as a result of the curling up of the sediments in the geosynclines or volcanism, dominate their surroundings with their protruding, high-slanted slopes spread over a very large area, have an important place in all systems of belief. The holly mountain belief is widespread and well-established in almost all the communities and civilizations. In parallel with the sacred sites, the mountains have always been at the center of religious life and have also maintained their place in religious systems at every stage of historical periods.
Scientific facts that exist within the framework of the orders set forth in the Qur'an help us solve the mystery of the universe and understand the infinite knowledge of Allah to a small extent. In this context, the meanings of the verses on the creation and duties of the Earth explained in the interpretations of these verses, and the formation and functions of the Earth revealed by the science of geography overlap with each other. For example, isostasy, which is defined as the state of equilibrium between the masses and densities of different large parts of the Earth's crust, explains the fact that the mountainous regions composed of light materials float on a denser base and that mountains have deep roots proportional to their heights. According to this explanation, like icebergs floating in the northern seas, high mountains have large and deep roots underground, and small and sharp peaks above the ground. Therefore, the scientific fact that there are mountain roots buried deep in the earth's crust exactly coincides with the fact that mountains were sewn and erected as the pillars of the Earth, as stated in the Qur'an approximately 1400 years ago. Since the 17th century, when mechanical philosophy began to dominate science, some scientists made great efforts not to lose the integrity of religious discourse in the face of the naturalistic tendencies of the mechanical worldview. According to the so-called natural theology developed by many writers during the Enlightenment period, the world is a place that is divinely designed and controlled by the grace of Allah functioning as an expression of the divine revelations of the Creator. At the same time the view that the existence and knowledge of Allah can be determined by natural scientific data by looking at the order and functioning of the world has also developed. As a matter of fact, in the works of some scientists, there are articles that indicate the existence of Allah beyond himself, along with the physical and organic forms of the world geography.
However, there are some differences between the majority of the works written about today's world geography and the perspectives of the verses that mention geography. So much so that while the Qur'an looks at the creatures and the whole universe on behalf of Allah and with the view of Allah's art and work (Mana-yı Letter), in geography there are very few who advocate the rejection of religious authority in science as a result of reformation movements in religion and the liberation of science from scholastic censorship. Thus, some geographers desire to make the creatures and the universe appear to function on their own (Mana-yı Letter), thus ignoring the connection with the Creator. However, an artistic masterpiece requires an artist. For example, while pointing out the architectural genius of the Selimiye Mosque, not mentioning this genius Mimar Sinan would be a biased view aiming to hide the great architect arising from the perspective of an evil eye. Just like that, while revealing the formation and development of geographical events and phenomena, each of which is a work of art, with scientific facts, it will be the most realistic scientific approach to bring the artist and creator (Allah) of these miraculous works of art to the blind eye of the biased.