Bu makalede sekülerleşme teorisiyle ilgili son iki yüzyılda yapılan tartışmaların kısa bir özeti sunulmaktadır. Bu çerçevede ilk olarak seküler kavramının tarihçesi ve sekülerlik-laiklik ilişkisi hakkında bilgiler verilmiş, ardından sekülerleşme literatürü “klasik teoriler” ve “yakın dönem teoriler” şeklinde sınıflandırılarak vurgulanarak açıklanmıştır. Her iki yaklaşım arasındaki benzerlikler ve farklılıklar makalenin odak noktasını oluşturmaktadır. Sekülerleşme, teorik açıklama olarak adlandırabilecek bir görüşe göre Kitab-ı Mukaddes geleneğinden kaynaklanan, pratik açıklama olarak adlandırabilecek bir görüşe göre ise Protestanlığın sonucu olarak ortaya çıkmış olan bir olgu iken; sekülerleşme teorileri ise bu süreç sonunda dinin modern dünyadaki konumunu anlamak maksadıyla söylenenleri ihtiva eden kapsamlı bir teoriyi ifade eder. 19. yüzyılda modernleşme süreciyle birlikte dinin kaçınılmaz olarak ortadan kalkacağı fikri özellikle sosyolojide derin izler bırakmıştır. Daha sonraları sekülerleşme adı altında kapsamlı ve iddialı bir teoriye dönüşen ve 1950’lere kadar genel olarak geçerliliğini sürdüren bu görüş klasik sekülerleşme teorisi olarak adlandırılmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dinin yeniden canlanması tartışmalarıyla birlikte bu yaklaşım, sekülerleşmeyi evrensel, doğrusal ve kaçınılmaz bir olgu olarak görmesi, dini dar bir anlamda tanımlaması, çoğulculuğu ve öznel dindarlığın yok sayması gibi gerekçelerle eleştirilmeye başlamış ve değişik sosyolojik bakış açılarına göre yeni açılımlar gerçekleşmiştir. Yakın dönem sekülerleşme teorileri olarak adlandırabileceğimiz bu yaklaşımların vurgusu, klasik teorinin yanlışlığı değil yetersizliği üzerinedir. Yeni yaklaşımlar, farklı kavramlar üzerinden alternatif bakış açıları sunarlar ve bu yönüyle klasik teoriye kıyasla daha analitik bir nitelik taşırlar. Her iki yaklaşım da kendi zamanlarının ürünüdür: Klasik teori modernite ile, yeni teoriler postmodernlikle ilişkilidir. Klasik teorilerin aksine yakın dönem yaklaşımlar determinist değil, olasılıkçı bir nitelik taşırlar. Her iki yaklaşım da dinin etkisinin azaldığını belirtir ancak yakın dönem yaklaşımları teorik olarak temellendirilmiş kararlardan değil, ampirik gözlemlerden yola çıkmaktadırlar.
This article provides a summary of the debates on secularization theory over the last two centuries. In this context, firstly, information about the concept of secularization afterwards, the secularization literature is explained by classifying them as “classical theories” and “recent theories”. The article focuses on the similarities and differences between both approaches. While secularization is a phenomenon that “originates from the Old Testament tradition” according to an opinion that can be called a theoretical explanation, or “emerged as a result of Protestantism” according to an opinion that can be called a practical explanation; secularization theories, on the other hand, refer to a comprehensive theory that includes what is said in order to understand the position of religion in the modern world at the end of this process. The idea that religion would inevitably disappear with the modernization process in the 19th century left deep traces especially in sociology. This view, which later turned into a comprehensive and assertive theory under the name of "secularization" and continued its validity until the 1950s, is called the "classical secularization theory". After the Second World War, with the debates on the revival of religion, this approach started to be criticized for seeing secularization as a universal, linear and inevitable phenomenon, defining religion in a narrow sense, ignoring pluralism and subjective religiosity and new openings have been realized according to different sociological perspectives. The main emphasis of these approaches, which we can call “recent secularization theories”, is on the inadequacy of the classical theory, not its falsity. New approaches offer alternative perspectives on different concepts, and in this respect, they are more analytical than classical theory. Classical theories are compatible with modernity, new theories are compatible with postmodernity. Recent approaches are based on empirical observations, not theoretically grounded decisions. Contrary to classical theory, recent approaches have a "probabilistic" character, not "determinist".